Ben Kimim

Fotoğrafım
Ankara'da doğdum, büyüdüm... Orada okudum... Yine orada eşimi tanıdım, aşık oldum... Evlendim... Çocuklarım oldu... 1995 yılında maaile Elazığ'a, 2009 yılında da Bilecik'e taşındık. Şimdilik buradayız.

18 Ekim 2013 Cuma

Sahte makale, yeniden...

Gülünç bir bilim skandalı
Tevfik Fikret, “Şüphe bir nura doğru koşmaktır” demişti.
Çağımızda her şeyden şüphe etmeliyiz, başta bilimsel yazılardan. Çünkü vereceğim örnek bunu zorunlu kılıyor. Hele hele internette okuyup yazılı kaynaktan sağlamasını yapamadığınız her şeyden kuşkulanın.
Uydurma araştırmayı hazırlayan Harvard Üniversitesi’nin araştırmacılarından John Bohannon. Uydurma yazıyı basan, saygın, referans niteliği taşıyan, American Association for the Advancement of Sciences tarafından yayımlanan Science dergisinin 4 Ekim tarihli sayısı.
Olayın özü şu:
“John Bohannon bilimsel görünüşlü, iddialı, ama içi boş ve uyduruk bir yazı oluşturur. Buna göre, yosundan elde ettiği bir kimyasal madde kansere iyi gelmektedir. Bunu olmayan bir üniversitede çalışan uyduruk adlı bir araştırmacı kimliğiyle 255 hakemli dergiye yollar. 157 dergi kabul eder, 98’i reddeder. Kabul edenlerin arasında dev yayınevleri olan Sage, Elsevier ve Wolters Kluwer’in dergileri de vardır. Bir tanesi çok ilginç. Yazının yazarı Ocorrafoo Cobange’dır. Araştırmasını yürüttüğü yer de Afrika’da Wassee Tıp Enstitüsü. Tabii ikisi de uydurma. Ne böyle bir kişi var, ne de böyle bir enstitü. Yazı basılır.
Bohannon ‘Liseyi düzeyli kimya bilgisiyle bitirmiş ve şemalara az buçuk dikkatle göz atmasını bilen bir kişinin hemen yakalayacağı saçmalıkta bir yazıydı benimki’ diyor. Bohannon, Science’daki yazısının ekinde bir de harita vermiş. Yazıyı kime yollamış, kim kabul etmiş, kim reddetmiş, para hangi ülkedeki bankalara yatırılmış olgularını gösteren bir harita. Haritada Türkiye de yer alıyor.”
Peki bu hatalar nereden kaynaklanıyor?
Yanıtı aşağıda:
“Bilimsel yazıları yayımlatma sisteminde son yıllarda hızla gelişen bir tür var: Kamuya açık internet dergiciliği. Eskiden bilimsel yazılar ancak (hem de yüksek bir bedelle) özel olarak abone olunan internet sitelerinde yayımlanırdı. Bazı çevreler kamuya açık dergiciliği önermeye başladılar. Haklı olarak. Bilgi büyük paralar ödenerek ulaşılan kapalı kutularda kalmasın diye. İşte kamuya açık dergiciliğin yolunu 2002’de açan bu görüş oldu. Bu yaklaşımı Avrupa Birliği de destekledi. Ve bu yöntem patladı. Çünkü bu dergilerde bir yazının yayımlanabilmesi için yazarın dergiye para ödemesi gerekiyor. Örneğin 300 dolar.  Pazarlık yaparsanız 150 dolara düşüyorlar. Doktora yapanların, bilim dünyasında adını duyurup yer edinmek isteyenlerin başvurmak zorunda kaldıkları bir yöntem.
Ancak bilim dergilerinin eskiden beri uyguladıkları bir sistem var. Yollanan yazıları saygın ve güvenilir (olmaları gereken) bilim insanları okuyor. Bu hakemlerin aracılığıyla yazının tutarlılığı, bilimsel değeri ve katkısı ölçülüyor. Yazı, hakemlerin izninden sonra basılıyor. Kamuya açık dergiler de bu sistemi doğal olarak uygulamak zorunda kaldılar. (Ya da uygulamakta olduklarını iddia ettiler.)”
Bizde de iyi bir yazar arkadaşımız bir gazetede yazdığı yazısında kendi uydurduğu bir ismin düşüncelerini yazmıştı. Daha sonra o uydurulmuş ismin düşüncelerine atıfta bulunarak yazı yazanlar bile çıkmıştı. Bir kez de şaka olsun diye bir tanıdığımız dergiye Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı taklit ederek bir şiir göndermiş ve şiir de şairin adıyla basılmıştı.
GÜLMELİ mi üzülmeli mi? Bakış açısına bağlı bir davranış.

Doğan Hızlan’ın 18 Ekim 2013 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısından alınmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24936034.asp

Hiç yorum yok: