Ah Şu İlaçlar...
İşyerine bir ecza dolabı alınması düşünülmekteydi. Gündelik masrafların karşılanması için her çalışandan aybaşlarında toplanan ufak paralarla bu tür işler SÜRdürülüyordu. Mavi boyalı, metal, birbirine bakan kırmızı hilallerle süslü iki SÜRgülü cam kapağı olan bir ecza dolabı alındı. Dolap, personelin kullandığı tuvalet kabinlerinin oraya, ana kapının arkasında kalan ve lavaboların sağ tarafındaki dar duvara asıldı, altında bir elektrikli el kurutma makinesi ve yerde de plastikten basit bir çöp kovası vardı.
Aynı zamanda karı-koca olan idareciler saltanatlarının SÜRdürülebilmesi için kendilerince güzel bir politika takip ediyorlardı: “Herkes bizle iyi olsun ama herkes birbiriyle kötü olsun”. Doğal olarak bu tutumdan en karlı çıkanlar yağdanlık huylular olmuştu, varlıklarının yegâne temeli ve konumlarını muhafaza ederek varlıklarını SÜRdürmelerinin sebebi idarecilerle aralarının SÜRekli iyi olması için SÜRdürdükleri yağ ticaretiydi. O dönemlerde Yalçın kayalıklara tünemiş Ejderler, Hakanlarının geniş-Koca kuşağına sokulanlar revaçta idi. SÜRe gelen sistemin geleceği idareciliği SÜRdürenler tarafından açıkça zikrediliyor “Benden sonra tufan” deniyordu.
Şahin bakışlı er-lerin bir kısmı Oğuz soylarının soyluluğuna uyarak Er ol’muştu, yıldızlardan ekseni başka yörüngelere doğru Kayan-lar vardı. Tümü kendilerince kıymetlerinin bilineceğini düşündükleri yahut umdukları yeni yuvalarına usulca ve usulünce çekilip gitmişti.
Bu sıralarda Kara Sakal (konunun ayrıntıları için “Handikap” başlıklı yazıma bakılabilir) dünyasında Doğu’dan yükselen ışığın aydınlığında Gürgen ağaçları kök salıyor, çevrede Çiçek-ler açıyor ve adeta yeni bir Tunç çağı başlıyordu…
Çalışma ortamının özellikleri, nitelikleri ve niteliksizlikleri üzerine bu kadar ayrıntı yeter bence, sözü fazla uzatıp konuyu dağıtmayalım. Ecza dolabında olması gereken oksijenli su, yara bandı ile aspirin gibi sıradan ilaçlar alınmış ve yerlerine konulmuştu. Bu kadar az malzemeyle dolap dikkati çekecek kadar boş kalmıştı haliyle…
Ancak birkaç gün sonra bu boşluk bir hoşlukla giderildi. Ecza dolabı nerede ise hiç boşluk kalmamacasına ilaçla dolmuştu. Genel tanımlamayla ifade edilirse pek çok hap, merhem vs üzerlerinde hangi rahatsızlık yahut organ için günün hangi zamanında ve ne şekilde kullanılacakları yazılı halde dolaba yerleştirilmişti. Fakat ilaçlarla beraber bir aksilik de dolmuştu dolaba, çünkü bunların tümü yaygın olmayan bazı rahatsızlıklar-hastalıklar içindi ve daha kötüsü neredeyse tümünün kullanım SÜReleri geçmişti, doğal olarak dolapta kalmalarına, bulunmalarına da gerek yoktu.
Bu satırları yazan işgüzar durumdan vazife çıkarmış ve birkaç gün sonra bunların tümünü ilaç dolabının hemen altında yer alan plastik çöp sepetine doldurmuştu. İlaçları dolaba koyanlardan birisi buraya bir SÜRü ilaç koymuştuk onlara ne oldu dediğinde de “Tümünü çöpe attım, maazallah biri dikkat etmez de bunlardan birisini içer yahut bir yerlerine SÜRer de zarar görür zira bunlar hem özel ilaçlar ve hem de kullanım SÜReleri geçmiş artık şifasız ilaçlar” cevabını almıştı.
Evet ilaçlar o gün çöpe gitmişti ama sadece onlar mı? Aslında onlarla birlikte o güne değin SÜRe gelen hükümranlık da çöpe atılmıştı…
(Yazı içinde dikkati çeken kelime tekrarları cehaletten yahut ifade kıtlığından değildir, bilgilerinize...)
2 yorum:
Helal olsun hocam, bu yönünüze çok hayranım, çok dikkatlisiniz.
Kim bilir kaç can kurtardınız.
Cenab-ı Allah sizin gibi değerleri eksik etmesin başımızdan.
Saygılarımla.
Bu yazıya yapılan diğer yoruma katılıyorum, gerçekten helal olsun. Bugünkü yerine gelmen için başka akademisyenlerle mücadele ederek seni araştırma görevlisi olarak bölüme alan insanlara karşı bu kadar çarpık bir bakış açısıyla, yalan dolu bir yazıyı yıllar sonra yazabilmek için yoğun çaba harcamışsın. Olayların içyüzünü bilmeyenlerin gözünde demokrasi kahramanı gibi görünmek için oldukça kolay bir yol. Hocalarımın cenaze törenlerinde boy göstermen de sanırım öldüklerinden emin olmak içindi. Tek tesellim rahmetli hocamın bu hainliği öğrenmemiş olması.
Yorum Gönder